1 Temmuz 2012 Pazar

RedHack Twitter’da


Son röportaj imiş (27? Haziran 2012):

RedHack -  Merhabalar Hidir bey, elbette haziriz roportaj icin, sizi bekliyoruz. Umarim fazla gec kalip korkutmadik?

Hıdır Geviş - Korkuttunuz tabii ki... Evet ilk sorum, koordinatlarınızı alabilir miyim:)))

RH - Tam olarak Greenwich diyebiliriz.. Cunku 0 noktasindayiz.. "Hava su toprak ve ates" diyor ya sair, oyle iste... Herkese, her canliya o derecede yakiniz. Nerede oldugumuzdan cok, nerelere eristigimiz onemli ki "netdaslik" felsefesinin oturdugu ve artik sinirlarin kablolar vasitasiyla kalktigi gunumuzde, her yerde" oldugumuz aciktir ;)

HG-  Hm... Her an her yerdesiniz... RED HACK’in 12 kişilik bir çekirdek ekibi var, ben şu an hangisiyle yazışıyorum?

RH- Kime yazdiginizin onemi varmi sizce, sirin baba veya caliskan sirin ;) veya baska birsey. Nick’ler ve isimler, fikri kategorize etmekten, onu arsivlemekten baska bir ise yaramaz asil onemli olan fikirdir. Ama cok isterseniz siz bana Manyak diyebilirsiniz :] bazilari da Sirin Baba der.

HG- Önemi yok tabiii... Yeri geldi sorayım... Neden Şirin Baba sembolünü seçtiniz?

RH- Bir sembolle anlatma olayi dayandiginda aklimiza o geldi.. Hem komik, hem de isimlerin bizler icin onemsiz oldugunu anlatma acisindan sectik, eh belki "siz de uslu bir cocuk olursaniz sirinleri gorebilirsiniz" demek istedik :)

HG-  :))) Güzel... Sizin için sıkıcı bi soru olabilir ama aranızda bir hiyerarşi var mı? Nasıl bir örgütlenme yapınız var?

RH- Aramizdaki tek hiyerarsi, isleri yaparkenki kollektif calismanin hiyerarsisidir, yoksa ast-ust iliskimiz yoktur. Herkes esit soz hakkina sahiptir, herkes birbirine kardesi, hatta kardesten de ote, yoldasi gibi bakar. Biz RedHack'i bir grup degil, kardeslik orgutu olarak goruyoruz.. Hedefledigimiz dunyayi kendi icimizde kurduk.

HG- Söylediklerinizden yine de tam resmedemedim, kararları nasıl alıyor, nasıl uygulamaya geçiyorsunuz?

RH- Karari siz aliyorsunuz, halk aliyor, biz uygulamaya geciyoruz.. Bugun eger halk, icisleri bakaninin "takla at" veya "gobek at" olayindan rahatsizlik duyduysa, içsileri bakanligini hackleyip, Idris Naim'e takla attiririz veya eger I; Melih Gokçek gibi Ankara belediye baskani kalkip, genc kizlarin telefonunu Twitter’dan paylasirsa, sitesini eline verdigimiz gibi, bizimle tartistiginda onun aslinda bir mahalleye muhtar bile olamayacagini gosteririz Ki bunlara halk karar verdi biz yaptik. Bizim icin halkin kararlari baglayicidir, bir grup insanin degil.

HG-  Eylemleriniz bir tür cezalandırma gibi. Devlet kurumları, ozel şirket ve siyasi partilerin sitelerini kevgire çevirdiniz. Zenginden alıp yoksula veren değil de, güçlüden halkın intikamını alan modern bir R. Hood olarak mı görüyorsunuz kendinizi?

RH - Hayir kendimizi Robin Hood felan gormuyoruz. Kahraman hic gormuyoruz. Sadece yasadigi topluma duyarli ve yasami sadece yemek icmek, tatile gitmek, seks yapmak, tv seyretmek olarak almiyoruz. Bizler icin "Eger sonsuza dek yasayamayacaksam, istedigim gibi yasarim" felsefesi onemli. Olumden cok, insanlari olumun korkusu yasatmaz. Biz atesin icindekiler olarak, atesle mucadele etmeyi ogrendik ve inanin bir defa atesin icine girip onunla mucadele ettiginizde, hayati cok farkli algiliyorsunuz, diyorsunuz ki "ulan hayata bir defa geldim, bunlarin kaderimi yonetmesine, beni piyon olarak kullanmasina neden izin vereyim?"

HG- Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz: sanal gerilla mi, sanal terörist mi, sanal devrimci mi ya da ne?

RH - Taihte kimin terorist olduguna kazanan karar verecek ki halkin ekmegini rizkini calan, onu savasa surukleyen, onu bir piyon ve yatlarda katlarda yasamak icin arac gorenlerdir asil teroristler. Asil terorisler, kravatli plazalarda oturup wisky'lerini yudumlayan, kardesi kardese vurdurandir. Ve asil teroristler kendine bakan veya basbakan, cumhurbaskani gibi sifatlar takarlar ki o halde. Biz neyiz? Biz bunlara karsiysak, bizler sadece "uyanmis" ve "uyumamak istemeyen", cevresindekileri de uyandirmak isteyen bir grup durust insaniz, o kadariz, ne fazlasi ne eksigi, sadece uyanmis ve zulme boyun egmeyen insanlar. O riski gozonune aldik, cunku herkes olecek ve biz "haksizliklara karsi susarak" olmek istemiyoruz. Bu yasami anlamiyla yasayacagiz, sacmasapan bir tiyatronun icinde dogduk diye, o tiyatroya uymayacagiz

HG- Aranıza ajan sızabilir mi? Anonymous liderinin FBA ajanı olduğu yazılmıştı. Nasıl anlarsınız ajanı ve O’nu nasıl cezalandırırsınız?

RH- Aramiza ajan sizabilir ki sizmistir da, ama kurdugumuz sistem sayesinde bize hizmet edip, "avanak apti" olur cikar ;) 15 yildir variz ve cok deneyimliyiz o kadari da olsun artik. Cezaya gelince, ceza; bize yaranmak icin ettigi hizmettir ;)

HG- Bu gidiş nereye, eylemleriniz, hep bu şekil de mi devam edecek yeni taktik ve stratejiler var mı?

RH - Gazeteci meslege girerkenki idealleriyle hareket edecek cesareti, ogretmen ilk derse basladigindaki sevgiyi, isci koylu ve memur uretimden gelen gucunu, ogrenci zekasini ve dinamikligini, kadin, kadin olma bilincini, yani kisacasi ulkemizdeki ezilenler, ezildiginin farkini ve ayricaligini hissedip baskaldirana kadar devam edecegiz ve eylemlerimiz kesinlikle "hic beklemedikleri" turde gelisecek ki ilk "duyulan" eylemimizi yaptigimizda, "bunlari 1 haftada paket ederler" demislerdi ama ne oldu daha da radikallestik;)

HG- Bugün yeni eylem yolda dediniz... x ile y, ttnet mi saldıracaklar diye soruyor?

RH - Hayir TTNet'e saldiracagimiz gun haber vermemize gerek yok, hepiniz anlayacaksiniz ;) Bu gunlerde cok daha farkli birseyle ugrasiyoruz, eger basarabilirsek, halkimiz sevinirken, bazilari cok uzulecek, tirnaklarini yiyecekler, hatta bir iki istifa da beklemiyor degiliz ;)

HG- Yakalandığınızda nasıl bir hukuki suçlamayla yargılanacağınızı ve kaç yıl hapis yatacağınızı hiç araştırdınız mı?

RH- Her neyle suclayacaklarsa, bu bizim halk onlarinsa terorist, isbirlikci, vatan ve dunya haini oldugunu degistirmeyecek

HG- Allah gazabınızdan korusun, diyelim ki benim aşağılık bi gasteci olduğumu düşündünüz, beni cezalandırmak için ne yapardınız?

RH- Bilmem, herhalde sizin hayatinizi kabusa cevirecek seyler bulabilir, sizin kimliginizle hack yapabilirdik ;) Saka bir yana, gazetecilere dokunmuyoruz. Ne kadar asagilik olsa bile, onun sistemiyle sorunumuz var, bireylerle degil. Aksi halde isin icinden cikamazdik, cunku o kadar kendine gazeteciyim diyen, "kiralik katil" var ki yetisemeyiz;)

HG- Bu röportaj daha uzar gider, iyisi mi tadında bırakalım... Çok teşekkürler size ve Twitter kullanıcılarına

RH- Biz tesekkur ederiz roportaj icin, size ve katilimci dostlarimiza. Ve unutmayin lutfen cağımızın insandan insana geçen ve toplumda yayılan en hızlı hastalığı korkaklıktır. "Bilinçlenmek", kendimizdeki hastalığı, bilincimizi "pratiğe" çevirmek de, hastalığın toplumda yayılmasını durdurur. Iste bizim amacimiz da, bu cehaleti bitirecek bilinç icin pratik sergilemek ve korku toplumunu tarihe gommek. Zafer ezilen halklarin olacak, bunu basaracagiz, cunku inaniyoruz ve inancimiz icin bedel odemeye raziyiz. Halk icin hack.


*

Yorumlar:

Açıkçası, yeni ve/ya farklı hiçbirşey okumadım.

Konuya, yakalanmaları veya yakalanmamaları olarak bakmıyorum. Yakalanırlarsa, ya onların yerini yenileri alır, ya da zaten hücre yapılanmasında oldukları için, bir bölümü yakalanmaz ve yola devam eder.

Devleti kızdırarak, diğer bir şey yapmayanlara zarar verdiklerini de düşünmüyorum. (2012 başında RedHack diye yakalanlar, büyük olasılık RedHack olmayıp, internette birşeyler yapanlardan başka bir grup idi.) Devlet zaten bu sıralar herkesi dümdüz ediyor.

RedHack’e karşı, TBMM’deki veya dışındaki hiçbir partinin hoşgörü göstereceğini sanmıyorum. Sorun yasadışılık değil (kendileri yasadışı olanlar bile RedHack’i onaylamayabilir), yapılanı anlamamaları.

Redhack’in hayranlarının (ve belki de üyelerinin) tamamına yakınının, düzenin feci bağımlısı olduğu gözlemindeyim. Yalnızca düzenin 2 farklı yüzünde yer alıyorlar ve Yeni Düzen’in epeyi yeni ve farklı yüzü de var, internet onlardan yalnızca birisi.

Devrimler gibi, düzeni yıkmalar da çok uzun sürer. En azından 50-100 yıl gibi. O sırada da, yıkılacak yeni düzenler formasyonu yaşanır. Bir tür atılan okun hedefe varamaması ikilemi yaşanır.

Gelecekbilim açısından bakılırsa, öyle bir gelecek momentine sıçramalısın ki hem eylemin yerini bulsun, hem genel tarihe zarar vermeyesin, hem de geriye yine de epeyi bir boşluk kalsın ki bunu yapabilmiş bir gelecekbilim(ci) henüz yok. Yapmaya çalıştığım ise, tam da bu. Bu noktada, RedHack ve benzerlerine karşı(t) noktaya düşüyorum.

Bu, onların yaptıklarına karşı çıktığım anlamına gelmiyor. Tam tersine, yeni bir deney olarak sağladıkları veriler önem taşıyor, diye düşünüyorum.

Wikileaks veya RedHack sonul başarı değil. 2 reel sosyalizm de öyle. Ne 2 ‘hacker’ grubu, ne de 2 reel dünya devrimi, yanlış değildi, yalnızca dene-yanıl veri tabanı idi. (Eylemsiz bir kuramcı olmama karşın, sonuçta veri tabanı gerektiğini de biliyorum.) Tüm 4’ü de beni öldürecek (ve biraz da öldürmeyi denemiş) olsalar bile, öyle değildi: Söylem dürüstlüğü ve rakibine / düşmanına saygı savaş(çı) ahlakı.

Her paragraflarına 2-5 karşıt yorum yazabilirim ama bu kez yapmayacağım.

Tek, son paragrafa yorumum var:

Korku toplumunu bitirmek, hem kuramsal, hem de pratik epeyi sınıra sahip. Öncelikle, ‘5.000 yıllık dünya sistemi tarih’in toplumu korku demek, tanım gereği böyle. (Bu, farklı olanın cezalandırılması değil, devletin var olması için korku gerekmesi (başıbozukların ortalığın canına okuduğu bir dönemdeyiz) ve korkusuzluk durumunda, devletin çözünmesi ve şimdilik birkaç milenyum daha devletsizlik istemediğimiz gerçeğidir.)

RedHack’e iyi şanslar dilerim: Gereksinecekler.

(28 Haziran 2012)

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Can Baydarol ve Korsanlar


18 Mayıs 2012 akşamı 22:00-22:30 süreleri arasında, ‘Rusya’nın Sesi’ radyosunda, Vecdi Tamer’in sunduğu programda AB’de korsan partilerin yeni durumu irdelendi.


Programa katılanlardan biri Can Baydarol’du.


Kendisi AB hukuk uzmanı imiş.

Programda 2 söz etti ki evlere şenlik:

Bir: Herkes çalarsa, kim üretecek?

İki: Hukuk, Roma’dan bu yana fazla değişmedi.

Yorum gelsin hemen:

Bir: Zaten şirketler çaldığı için, Korsanlar bunu değiştirmeye çabalıyor. Kültür ürünlerinde şirketlerin payı ciro üzerinden % 50’ye kadar varabiliyor (belki geçiyordur da). Üretenler ise % 10 ortalamada kalıyor. Tüm sanat dallarına bakınca, bir sanatçının bir sonul ürünü ortaya çıkarması 5-10 yıl alıyor ve bu da geçim hesabına dahil edilse gerek.

İki: Bahsedilen Roma Hukuku; köleli, insanları eğlence için aslanlara atmalı, gladyatörlü, darbeli, militarist, emparyalist bir hukuk. Baydarol, yeni Orta Çağ’ı sevmişe benziyor ve rasyonalize ediyor gibi.

Kendisine acil akıl fikir şifaları diliyoruz.

(19 Mayıs 2012)

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Türkiye Siber Ordu Kuruyormuş


Önnot: Bu denli acil bir konuda, gecikmiş bir yorum olduğu için kusuruma bakılmasın.

“Türkiye'nin ilk sivil siber güvenlik ordusu için start verildi. 200 kişiden oluşması beklenen siber ordunun 'askerleri' hacker'lar arasından seçilecek.

Ulusal bilgi işlem sistemlerine karşı yürütülebilecek siber saldırı tehlikesine karşı 'Ulusal Siber Güvenlik Koordinasyon Kurulu' adıyla bir ekip kurulması için çalışmalara başlandı. Kurulu oluşturan birimlerden Uzmanlar Kurulu'nda siber güvenlik uzmanları, Bilim Kurulu'nda akademisyenler, Danışma Kurulu'nda ise kamu kurumları, STK'lar ve özel sektörün üst düzey yöneticileri yer alacak. 'Ordu'nun yaklaşık 200 üyesi olacak.”


Bu ordu başarılı olabilir mi?

Olabilir.

Ancak bu konudaki tüm başarılar kadar, başarısızlıklar da kayıtlı:

ABD, Rusya, Çin kezlerce ‘hack’lendi.

Atom bombası yapılırken er veya geç birilerinin onu büyükkentlerde patlatacağı bellliydi. Bu hala böyle ve bu durum değişmeyecek (bakınız ‘Unthinkable’ filmi).

‘Hack’leme bilgisayardan da önce, mekanik kripto deşifrasyon sistemleri olarak vardı ve 2. Dünya Savaşı’nda işlemişti de...

Dolayısıyla bu konuda yeterince bilgisi olan birileri, istediği sanal kilidi geçer. Hoş bilinen tüm mekanik ve elektronik kilitler zaten geçilebilir. Sonsuza dek kilitli kalacak bir şey yapmadıysanız böyledir.

Bir bakış açısı daha var:

“Siber ordu savunmak için değil saldırmak için kurulur”


Yorum:

Bu silahla aynı konumda bir durumdur: Her silah, savunma için de, saldırı için de kullanılabilir. 11 Eylül 2001 gösterdi ki silahsız savaş da olabilir ki sanal savaş için de bu böyledir. (Silahsız sanal savaş konu yazılası bir konu ve başka bir metinde denenecek.)

Sanal saldırının tek savunması vardır: Sakladığınız bilgilerin sır olmaması. Ya da ürettiğiniz tüm bilgilerin deşifre edileceğini hesaba katarak yazarsınız. Eğer bir şeyin sonsuza kadar saklı kalmasını istiyorsanız, yazmazsınız.

Devletler illa ki kendi kayıtlarını yazacakları için, dolayısıyla sanal sır diye bir şey sözkonusu değildir, yalnızca ‘hack’leme vadesi pazarlık ve bahis konusu olabilir.

Dolayısıyla kurulacak siber ordu ‘hack’lemeyi önleyebilmek için değildir, ‘hacker’ları yakalamak içindir.

Eski ‘hacker’ları kullanmanın eski hırsızları polis yapmaktan farkı yok. Zaten Dünya’da yeterince polis suç işliyor durumda. Eski ‘hacker’ – yeni internet polisi olanların da bundan muaf olacağını sanmak biraz safdillik olur.

Sonra IRA’nın ‘muhbir’lere yaklaşımı belli, bize muhbir vatandaş geleneği belli.

Tarihten bir örnek verelim:

Ertuğrul Kürkçü bir terör saldırısında sağ kalan tek kişi. Onları ihbar eden kişi sonradan öldürüldü. Kürkçü bugün TBMM’de. Ne dostları, ne de düşmanları bu konuyu sorgulamıyor.

Polis de olsanız, suçlu da olsanız, sıradan biri de olsanız, bir konuyu irdelerken tüm parametreleri hesaba katmazsanız, nesnel çıkarasamalara ulaşamazsınız.

Bizim yaptığımız, bu çaba yalnızca.

RedHack’çilerin yerine içeri alınanlar ve ‘hack’ledikleri muhbirlerin  bilgileri, tabii ki birilerinin ölümüne neden olabilir. Sorun yeni sanal kuşağın, ölmeyi ve öldürmeyi bilgisayar oyunu sanmasında. Sonuçta devlet de kalkıp aynı şeyi yaptığında şaşırmasanız gerektir.

Assange’ın ağzından, ona bilgileri sağlayan, içerdeki (ve işkence görmüş) er hakkında bir şey duymadık henüz.

İnsanlar nedense, hep kendi özgürlükleri hakkında düşüncelere sahiptirler. Başkalarının özgürlükleriyle, ne devlet, ne de dünya korsan partililer ilgilenmiyor gibi. Ayrıca, bu konu da 2 tarafın ortak yanı, bitaraf olanı, bertaraf etme eğilimleri.

Benim panzehirim belli: Güneşin altında söylenmedik sözler yazdım ve yayınladım. Hepsinin sorumluğu bana ait. (Bryan Maggae gibi, bazı düşüncelerin zamanından önce ifade edilmesinin tehlikeli olduğunu düşünmüyorum.) Sorumluğunu alamayacaklarımı da hiç yazmıyorum.

Korsanlara da, siber ordu askerlerine de aynı şeyi bilmelerini öneririm: Başkalarının canına kastetmişseniz ve bazı suçlarınızı ödememişseniz, işlemediğiniz suçları ödemek zorunda kalabilirsiniz (düşünce alıntısı Dürrenmatt).

(14 Mayıs 2012)

11 Mayıs 2012 Cuma

Yaman Akdeniz - Reha Ülkü İnternet Yazışmaları = 2001


Yaman Akdeniz – Reha Ülkü İnternet Yazışmaları

Önbilgi: Yaman Akdeniz adını i-net toplantılarında duydum. Kendisine internet üzerinden ulaştım. Belli bir süre için yazışmamız oldu.

O süre, ilginç bir biçimde 11 Eylül 2001’in hemen arifesine denk gelmiş, yani bugünün SOPA’larının çekilme nedeni olan olayın arifesine.

11 yıl sonra kendisinden yazışmalarımızı yayınlama izni isteyince, kendisi o zamanki hukukun eskidiğini belirtti ama yine de yayınlamama karışmadı.

Bir yazar olarak yazdığım her satırı yayınlanabilir olduğunu düşünürek yazarım. Başkalarının tersine, mahremiyet duygum zayıftır.

Tersine bakalım: Eğer bu yazışmalar olmasaydı, bugün o günlerin Türkiye’deki internet hukuku tarihçesine ilişkin belki de hiçbirşey olmayacaktı. O günden bugüne o kadar çok site geride iz bırakmadan silinip gitti ki internetin ölümsüzlüğünü düşünenler, ne kadar yanıldıklarını göremiyor olsalar da, deneyim bana tersine kaydettiriyor.

Bu da böyle bir şerh.

(11 Mayıs 2012)

*

Açıklama:

Yaman Bey, o sıralar İngiltere’de olduğu için, Türkçe klavye kullanamadı. Ben de metni olduğu gibi bırakmaya karar verdim. Bazı yazım eksikliklerini de olduğu gibi bıraktım.

Metinden anlaşılsa da, benim yazdıklarım ‘>’ imli olan bölümler.

*

I.

Reha,

>Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim. Adresinizi bir internet
>gazetesinden aldım. Mahkum olan Coşkun Ak ile ilgili bir yazınızdan...
>'www.demokrasim.net' sitesinde köşe yazarıyım.

Memnun oldum, yanliz Turkce karakter kullanmazsaniz okumam daha kolay olacak!

>Türkiye'de internet ceza hukukunu bilen yok. İnternet siteleri, sunucular,
>devlet kullanıcıları dışlama eğiliminde ve sonbaharda bir yasa daha çıkabilir.

Evet takip ediyorum ve bu konuda http://www.interreks.com adresinde yazilar yazmaya basladim (simdilik orada 3 tane yazi var). Internet hukuku ve ceza hukuku konulari yavas yavas Turkiye'de de takip edilmeye baslandi. Tabii isin icinde teknoloji olunca icine girilmesi cokta kolay olmayan bir konu bu.

>Başlangıç için size sorum:
>Coşkun Ak, şu an mahkumiyeti nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne
>başvurabilir mi ve nasıl? Bir kişi daha var. Aynı soru, onun için de
>geçerli. Sonucun onların lehine olması olasılığı nedir?

AIHM'e direk basvuru diye bir sey yok. Yargitay kararini verdikten sonra olabilir ya da once Anayasa'ya aykiri diye Anayasa Mahkemesi'ne belki gidilebilir. Procedure olarakta Turk hukukunu ben cok fazla bilmem. Fakat AIHM'e basvurmadan once genel olarak ic hukuk yollarinin tuketilmesi gerekiyor. Ancak ondan sonra AIHM'e basvurulabiliyor. Fakat Ak davasinda ic hukukta boyle bir suc tanimlanmadigi icin belki direk basvuru da yapilabilir. Yani zaten bu ic hukuka aykiri denilebilir. Coskun Ak
davasinda AIHM'de kazanma sansi kanimca yuksek. Nedeni de ic hukuka aykiriligi (boyle bir sorumluluk Internet moderatorlugu icin
tanimlanmamis). Bu kisa cevap, uzun cevapta boyle bir tanimlama yapilmis bile olsa bunun 10. maddeye aykiri olabilecegi ve Internet'in yazili basindan farkli oldugu gosterilebilir. Diger bahsettiginiz kisi ve dava Emre Ersoz davasi olabilir. O Coskun Ak davasindan biraz daha farkli. Orada 159. maddeden suclu bulunan ve hakareti direk olarak isleyen Emre Ersoz. Coskun Ak ucuncu anonim bir kisinin soylediklerinden (yazdiklarindan) dolayi 159 dan mahkum. Tabii Emre Ersoz konusu da tartismaya acik ama orada
konunun Internet olmasindan cok 159. maddenin icerigi ve uygulanmasi tartisilmali. Coskun Ak davasinda konu daha yakindan Internet ile ilgili.

>Köşe yazılarımın er veya geç beni mahkum ettireceğini biliyorum ve bu
>benim gerilememi gerektirmeyecek.

O tamamen baska bir konu.

>1960 doğumlu, Boğaziçi Üniversitesi İşletme mezunu ve 14 yıldır sokakta
>kitap satan biriyim. Bekarım, çocuksuzum, vergi numaram yok, SSK numaram
>yok, 20 yıl askerden kaçtıktan sonra bedelli yaptım, siyasal suçtan dolayı
>işkence gördüm ve 4 yıl hapis cezasıyla yargılandım ve rüşvetle beraat
>ettim. Yani, resmen yeterince handikapım var.

Bende askerligimi gecen sene bedelli olarak Ankara Etimesgut'ta yaptim.

>E postamı yanıtsız bırakırsanız, sizi haklı göreceğim.

Vallahi bugune kadar gelen mesajlarin hicbiri cevapsiz kalmadi. Elimden geldigi kadarda gelen sorulari cevaplamay calisiyorum. Sizin gecmisiniz benim size cevap yazmami etkilemez. Demokrasim.Net'i de ilk firsatta inceleyecegim.

Saygilarimla,

Yaman

(Soru: 27 Ağustos 2001 + Yanıt 28 Ağustos 2001)

*

II.

Reha,

>1. Mayis 2001'de kurulmus olan Turk internet polisi, suc unsuru buldugu e
>postalarin veya e grup mesajlarinin ciktisini alinca, suc durumu ortaya
>cikmis olur mu?

O tarihten once de EGM icerisinde bilgisayar suclari ile ilgili bir bolumvardi, simdi daha buyuyup yapilasma girisimindeler. Sorunun cevabi olabilir ama benim bildigim kadariyla bu tip online poliscilik oynamiyorlar. Fakat savciliklara suc duyurusu yapildiktan sonra - genelde vatandaslar o tip mesaj cikisini alip savciliklara gidiyorlar - polis isin icine karisiyor.

>2. Internet yasasi yok, o halde internet telif yasasi da yok. Bu durumda,
>Turkiye'deki internet gazetecilerinin telif hakki yok mudur?

Bu soyledigin tam olarak dogru degil. Internet yasasi ay da kanunu diye bir kavram zaten cok zor bir kavram ve tamamen telif haklari konusundan farkli.
Elektronik ortamda telif hakki yok diye bir sey yok. Ozellikle yazi ve fotograflarin mevcut telif haklari kanunu kapsaminda olmamasini gerektiren bir durum yok.

Yaman

(30 Ağustos 2001)

*

III.

Reha,

>1. Coskun Ak'in 'Internet Ust Kurulu'na secilmesi icin, aldigi ceza engel
>sayilir mi?

Zannetmiyorum. Internet Ust Kurulu'nun uye olma ya da secilme sartlarini incelemedim. Ama eger Coskun Ak hapse girerse zaten bu mumkun olmayabilir.
Agir hapis cezasi tabii ileride sicilini etkileyebilir diye dusunuyorum.

>2. Avrupa'da 'chat', e posta, internet gazeteciligi ve e grup ayrimlari
>hakkinda bilginiz var mi? Bizde, veto edilen yasada, e postalar suc unsuru
>sayilmamisti.

E-postalarin cesitli ulke kanunlarinda suc unsuru olarak sayilmasi mumkun.
Tabii is sadece bir print-out almakla bitmiyor ve eger traceability mumkun ise - mesela bir yahoo.com ya da hotmail.com adresinin kim tarafindan kullanildigi ya da hangi IP adresinden geldigi (bunu tespit etmek mumkun) - bu olabilir. Yani mesajin kimin tarafindan atildigi onemli. Bizde de traceability isi cozuldugu zaman savciliklar zaten islem yapiyor. Bu mumkun ve bunun veto edilen RTUK yasai ile zaten bir alakasi yok. Traceability'nin daha zor ya da mumkun olmadigi sistemler var - mesela benim organizasyonumun hushmail.com ile beraber girisimi olan http://www.cyber-rights.net bu bakimdan daha avantajli. Burada her isteyene bedava hotmail ya da yahoo tipi web based e-mail account'u veriyoruz.
Farklilik bizim account isteyenlerden hic bir kisisel bilgi talep etmememiz (yani kullanicilarin kim oldugunu biz bilmiyoruz) ve IP traceability'nin cok zor ya da mumkun olmadigi.

>'groups.yahoo.com'un Turkce e gruplari internet hukuku acisindan ilginizi
>cekebilir. 'dir.groups,yahoo.com/countries/Turkey:0' adresinden 2.000 e
>Turkce grubu gorebilirsiniz. Aslinda daha fazlalar ama farkli kodlarda yer
>aliyorlar.

OK sagol.

>Yazismalarimizi bir bicimde Turk internet kullanicilarina iletmek
>istiyorum. 'eMeclis' adinda bir e grup var. 200 milletvekili de uye. Oraya
>aktarma izni verebilir misiniz? Bunu sordugum icin bastan ozur dilerim.

Bu yazismalari bana tekrardan bir tek mail ya da word dokuman olarak gec ondan sonra ben uzerinden tekrar geceyim ondan sonra olabilir. Bire bir konusma yazisma baska gruplara acik mesaj baska.

Yaman

(31 Ağustos 2001)

*

IV.

Reha,

>1. Internette zaman asimi: Bir kitap yaziyorum, diyelim. Yalnızca
>internette yüklü. O yer ve zamanki yasalara gore suc unsurlari iceriyor.
>Belirli bir sure sonra yasalar degisip suc ortadan kalkiyor. Kitap
>matbulasiyor. Metinlerin yazilma tarihleri de var. Bunu yazar da kabul
>ediyor. Ortada bir suc olur mu?

Bunun cevabini vermek zor cunku gene konu direk olarak Internet'le ilgili degil. Yanlizca Internet'te bulunmasi suc unsurunu ortadan ladirmayabilir.
Basim zamaninda yazarin nerede oturdugu ve ne vatandasi oldugu da onemli.
Mesela TCK 159 aykiri bir davranisi Turkiye sinirlari icerisinde olmasa da cezalandiriyor. Kanimca dava konusu olabilmesi icin kitabin yazildigi tarih onemli. Ilk yazildigi tarihte dava konusu olmasi mumkun - sadece Internet'te basilmasi dava konusu olmasini engellemez. Fakat bu suc ortadan kalktiktan sonra ve kitap basildiktan sonra geriye donuk uygulama yapilabilir mi onu bilemem - eger kitabin gercekten o ilk tarihte yapildigi kanitlanabilirse. Kanunlar degistikten sonra zaten kanunsuzluk durumu ortadan kalkiyor.

>2. Izinsiz e posta okumak, izinsiz telefon dinlemek midir, izinsiz mektup
>acmak midir?

Ikisi gibi de olabilir. Sonucta ortada bir "interception of communications" dedigimiz kavram var. Yani kisiye ozel gorusmenin ya da haberlesmenin ucuncu bir sahis tarafindan ihlal edilmesi, acilmasi, okunmasi, dinlenmesi, ya da kopyalanmasi.

Yaman

(7 Eylül 2001)

*

V.

Reha,

>1. Bilgisayarların saatinin ve/ya tarihinin degistirilebilmesi, suc tarihi
>bakimindan anlam tasir mi?

Bilmiyorum, biraz daha acik bir senaryo ver bana. Fakat ben sana attigim bu mesaji 1990 Ocak ayi tarihli gostersem bile ISP loglarinda bunun ne zaman geldigi belli olur ve asil tarihin tespit edilmesi teknik olarak mumkun olabilir.

>2. E postalar mektup ve e grup yazismalari roportaj sayilip yayin hakki
>saglar mi? İngiltere'de bir mektubun alinaninca yayinlanmasi icin sinir var mi?

Etik olarak acik bir alana (gruplara) atilmis bile olsa sayilmaz. Bire bir mesajlarda da ya da mektuplarda bu duruma baglidir. Ben sana mesajlarimi "private and confidential" diye gonderiyorsam mesajlar "private and confidential" dir. Yanliz mektubu alan taraf bu mektup halki ilgilendiriyor deyip bunu yayinlayabilir. Kisaca bu duruma bagli. Mektubun kime yazildigina da bakar biraz. Doktorlar, avukatlar, ve gazetecilerle yapilan yazismalarda Ingiltere'de ve genelde butun ulkelerde bir confidentiality ve gizlilik durumu vardir ve eger bu goze alinmadan bazi bilgiler aciklanirsa dava konusu olabilir. Mesela sen Ingiltere Basbakani'nin doktorusun ve Tony Blair'in AIDS oldugunu doktoru olarak ogreniyorsun. Bunu gidip gazetelere verirsen Tony Blair seni dava edebilir.
Soylemek istedigim bazi yazismalarda mesleki sorumluluk olayi var ve bu ozellikle gazeteciler icinde gecerli - mesela bazi bilgileri kimden aldigini saklamak gibi. Ben sana "bu bilgiyi sana veriyorum ama makalende benden bahsetmeyeceksin" diyebilirim ve seninde mesleki sorumluluk ve gazetecilik etigi olarak buna saygi duyman gerekir. Bazi ulkelerde bu kanunla da belirtilmistir.

Umarim bu cevaplar cok fazla kafani karistirmaz!

Yaman

(16 Eylül 2001)

*

Reha,

Yeni akademik sezon gectigimiz haftalarda basladi, onun icin ozel
yazismalara bu ara cok fazla firsat bulamiyorum. Sen benim cabuk yazmama alistin biraz!

>1. Ben bir psikoloji danismanligi sitesinde (Turkce ama '.com' uzantili')
>bir psikologla yazistim. Onları yayinlamam, bir onun telif haklarini
>cignemek olur mu, iki gizlilik ilkesini bozmus olur muyum?

Izin alip yayinlarsan daha iyi olur, ya da bu tip bir yazismaya girismeden ne amacla yazisma yapmani blirtmende yarar var.

>2. 'future9' baslikli e grupta ABD aleyhine sayilabilecek Ingilizce
>mesajlar attim. Bugüne dek, hic boyle bir dava oldu mu?

Tam olarak ne kastettigini bilemiyorum. Dusunmen gereken eger yasa disi bir sey yapmis isen hangi ulkenin yasasini cignemis oldugun ve hangi nedenlerden dolayi bunun dava konusu ve nerede dava konusu olacagidir.

Yaman

(19 Eylül 2001)

10 Mayıs 2012 Perşembe

Cem Mumcu ve Slacktivism


Cem Mumcu, kendi sitesinde şöyle bir metin parçası yazmış:

“Slacktivizm

Slacktivizm diye bir şeyden bahsedeceğim size. Bu, yeni çağın aktivistlerini tanımlıyor. Öyle bilgisayarın başında oturup Facebook, Twitter, Myspace gibi yerlerde dünyayı kurtarmak için bir yerlere tıklıyorsunuz. Bir takım gruplara katıl tuşuna basıveriyorsunuz. Böylece aktivist oluyorsunuz. Hiçbir efor sarfetmeden kendini mutlu hissetmek ve tatmin olmak için eylem yapan aktivist(?)in adı bu. Slacktivistler arabalarına çıkartmalar yapıştırıyorlar, kollarına bir takım bilezikler takıyorlar. Hatta mümkünse kendi isimleriyle değil nick’leriyle gruplara katılıyorlar. Ne polis, ne nezaret, ne risk. Sen de tıkla dünya değişsin: Dijital kurtuluş(!)

Çaptan düşme korkusu yaşayan ‘ünlü’ler hemen bir sosyal sorumluluğa yapışıyorlar. Hastalıklar seksüalize ediliyor. Meme kanserine dikkat çekmek için memeler açılarak fotoğraf çekiliyor veya sutyenlerin rengi değiştiriliyor. Meme kanseri için yapılan bu çalışma ile memelerini kontrol ettirmek isteyen kadınlar konuyla ilgili sağlık merkezlerine ve doktorlarına para akıtıyorlar. Medya, kampanyanın seksi fotoğraflarını kullanarak tiraj yaratıyor. Fotoğrafları çeken fotoğrafçı da hem aktivist hem sanatçı oluyor. Kampanyaya katılan ‘ünlü’, röportajlar veriyor. Yeni bir sutyen pazarı yaratılıyor. Kanserli çocukların yararına yapılan kampanyanın kokteylinde çekilen fotoğraflar magazin dergilerini süslüyor.

Bunlar adeta oksimoron durumlar. Diyorum ya, kendimizden başlayarak kimin neyi, niye yaptığına bakmamız lazım. Aktivizm veya sosyal sorumluluk adına birşeyler yapan herkesin, her vakfın, her derneğin, her markanın da bizim bunu düşündüğümüzü, sınadığımızı, buna dikkat ettiğimizi bilmesi lazım. İnsanın sahici olana tutunma zamanı yaklaşıyor. Gerçekliğin en temel değer olduğu bir çağa ihtiyacımız var. Yoksa biz birşeyleri tıklayacağız birileri bizi tıklayacak. Tık kültürü, tık eylemleri derken hayat karşısında tıknefes kalacağız.”


Bunlar da paragraf sırasıyla yorumlarım:

I.

Slaktivizm, bu paragrafta tanımlanan şey değil. Slaktivizm burjuvaların kamu yararına gibi görünen toplumsal edimleri, aslında kendi hazları için yapmaları.



II.

Bununla kastedilen şu kampanya olabilir:


Genelde kıllanan adam tipiyimdir. Yine de bu duruma karşı nötr kaldım, çünkü kendi içinde sıralama yapılınca, bu edim diğerleri arasında artniyet ve/ya kötüniyet açısından orta sıralarda yer alıyor.

III.

İğneyi kendine, çvaldızı başkasına batır. Genelde oldukça ego-sentrisist ve narsisist olan birinin bunları yazması tuhaf kaçmış.

Gerçekliğin en temel değer olduğu bir çağa gereksinimimiz yok. Olamıyor. Yeni bir orta çağdayız. Bu bir.

Gerçeklik bir ahlaki değer (aksiyoloji) değildir, bir epistemolojidir. Bu iki.

Genel:

Yukarıdaki alıntıların yazarı da, ünlü entellektüellerden, yani kazananlar klübünden. Hem psikiyatrist, hem edebiyatçı, hem yayıncı: Yeni kuşak, manken, oyuncu, vd kırması tipler gibi.

(Ünlülerin toplumbilimsel yorumu için bakınız: Wright Mills, İktidar Seçkinleri.)

Görüldüğü gibi, kendisi epeyi kavram kargaşası taşıyor: Epistemolojik post-modern’lerden yani.

Ayrıca internet özgürlüğü için bakınız:


(10 Mayıs 2012)

İnternet Özgürlüğü Metinlerinin Yayın Linkleri


Copy-Me’ism

Hacker Manifestosu

Korsan Sanat 1

Korsan Sanat 2

Telif Hakları 1

Telif Hakları 2

Telif Hakları 3
naberler

Slaktivizm

Dünya Korsan Partileri

RedHack

Nettaşlar

Wikipedia ve Otosansür

Düşünce Özgürlüğü

İnternette Korsan Savaşları

Sanal Anarşizm

Siberuzayda Özgürlük

Artbilgi: Naberler metinleri toplam sayı hesabına göre siliyor ve bu da 1 metin için 6 ay filan ediyor. O metinler daha sonra Blogger’da (veya başka sitelerde) linkli kalacak.

(Mayıs 2012)

Siberuzayda Özgürlük


Siberuzayla interneti de, çokduyulu yazılım-kaskları da anlıyoruz. Ayrıca, henüz icat edilmemiş olan başka araçları da anlıyoruz.

Özgürlükle 2 şeyi anlıyoruz:

Bir: Duyusal / duygusal özgürlük ki bunun benzerlerini film izlerken veya karanlıkta müzik dinlerken, farklı biçimlerde en yoğun olarak yaşabiliyorduk.

İki: Bilgisel /düşüncesel özgürlük ki internetin bilgi dağarcığı, imkansız olduğu önesürülen herşeyi bilebilmeye olanak sağladı ki bunun bilincine toplu bilisizlikte henüz erilmedi.

Kültürel, politik, sosyolojik özgürlükler kavramları daha öncekilerle / gelenekle aynı statüde. O nedenle internet cemaatleri de, en az mahalle baskılı reel cemaatler denli özgürlüksüz -tür / oldu.

Yani, daha önceden olduğu üzere, özgürlük hala aşırı bireysel bir olgu. Yalnızca tek kişi ile becerilebiliyor. Bu da onu biricik, yinelenemez, taklit edilemez, birebir kopyalanamaz kılıyor.

Diğer bir anlamıyla, siberuzaysal özgürlük genel modeli elde henüz yok, belki olması da gerekmiyor, onu da henüz bilmiyoruz. Elimizde onun yerine tek tek işlemiş modelcikler var. Dolayısıyla elimizde çıkarsanabilmiş bir formül de yok.

Siberuzaysal özgürlük marjinal, hatta ileri marjinal bir durum.

Burada ileri marjinallik modeli devreye giriyor:

Marjinallikler de benzeri koşullarda olduğu için, ileri marjinallik daha da beş benzemez koşullar yaratıyor. (Bu, marjinallerin neden birbiriyle pek geçinemediğini de dolaylı olarak açımlar.)

Bunun 2 sonucu var:

Bir: Deney / kobay biyografiler / nekrografiler.

İki: Marjinal dil veya siberuzay özgürlük dil sorunu.

Burada devreye her tür dil ve altkültür çevirileri giriyor. Çok şükür ki bu konuda elimizde epeyi dene-yanıl örnek veri tabanı ve modeller var.

Sonuçta basit bir ilkemiz var:

Özgürlüğün ya özüne, ya biçimine sadık kalıyorsun.

Dolayısıyla uygun başlangıç edimi olarak, farklı özgürlükleri birbirine tercüme (yazılı) / mütercüme (sözlü) ediyorsun. Bu konuda geriye elden geldiğince çok, geçerli kayıt bırakıyorsun. Sonunda da, biz nasıl ki geçmişteki ölümüne özgürlük deney(im)lerinden ders alıyorsak, biz de ders alınacak tarih dersi vakaları (olayları) / olguları olarak kayda geçiyoruz.

Bugüne dekki 20 küsur yıllık internet özgürlüğü vakaları kayıtlarımızdan biliyoruz ki insanlar özgürlüğü biçimsel ve duygusal olarak ele alıyorlar, bilgi tözü olarak değil.

Özgürlük tözünün ne olduğunu bilen de yok, arayan da yok, soran da yok. Hele hele bilgisel özgürlüğü tarihn en büyük dahileri bile aramamış ise.

Burada özgürlük tanımı, geleneksel olarak anarşistlere ve nihilistlere kalıyor ama onlar da zaten kamikaze / canlı bomba olma eğilimli. Yani, çıkış yolunu değil, açmazı yönsüyorlar

İsyan bir duygu değil, bir düşüncedir. İsyan bir maratondur, nadiren depar atmak gerekir veya depar atılabilir olur.

Siberuzaysal / internetsel özgürlük savaşımları ve isyanı, düşüncesel aşkınlık yollarından yalnızca birisidir.

Devrimi toplumdan önce, kendini değiştirerek başlatıyorsun. Devrim yapmıyorsun, devrim oluyorsun.

İşbu beyin bizlerin (çokkişilikçiklilik) siberuzaysal kuramı ve edimi budur.

(10 Mayıs 2012)

Telif Kriterleri 3


Vadesi ne olursa olsun, bir telif veya patent er veya geç kamunun malı olur.

İşte, en büyük sorun burada başlar:

1000 milyar kişide 100.000 kişi, patentlik veya teliflik iş yapıyor ve milyonda dokuz yüz bin doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz  kişi üzerine yatıyor.

Bu kişisel bir savaş:

Epeyi şahsıma özgü düşünce ürünlerimi / entellektüel mülkiyetimi ya yok ettim, ya da çok saklı duruma getirdim. Yalnızca insanlıktan nefret ediyorum, o kadar.

Tabii ayrıca, o entellektüel ürün kamuya filan mal olmuyor. Bazı uyanıklar onu çoğaltıp, satıp, para kazanıyorlar. Örneğin, Batı klasikleri gibi...

Eh, onun da dermanı var: Metinlerimi internete koyuyorum.

Şerh: Sol tarihi açısından önem taşıyan ve 1970’lerde yayınlanmış ‘Birikim’ dergisinin nüshaları internete konmasına karşın, hala takımı epeyi para eder durumda kaldı.

Ana düşünce ve çıkış:

Entellektüel ürünlerin tamamına yakını insanların hiçbirini ilgilendirmez. Eğer zorunlu eğitim olmasa, internet / e-kitap dahil okuma oranı büyük ölçüde düşer.

İnsan türü 5.000 yıllık tarihin ardından bilim, sanat ve düşün sınavlarından çaktı.

(9 Mayıs 2012)

Telif Kriterleri 2


Telif kriterlerinde en önemli maddelerden birini vade oluşturuyor.

Havanda su dövülüyor, her kafadan bir ses çıkıyor ama ortada dayanaklı savlama yok.

Emeklilik konusunu örnekleyelim:

Ortalama 1 çalışan, ortalama A yıl yaşamla, ortalama B yıl prim ve sigorta ödemekle, toplamda kaç yıl emeklilik hak eder?

Eskiden sonsuz hak idi. Şimdi limit sıfır hak var.

Buradaki kriter şu olabilir:

B yıl boyunca C primi ve D sağlık sigortası ödemesi ile enflasyon katılarak reel sıfır kazançla kaç yıl ödeme yapılması gerektiği sigortacılık ve bankacılık istatistik listelerinde bellidir.

Tabii kesin konuşmaktan kaçınılıyor, o zaman aslında devletin ve özel sektörün emekçileri iliğine kemiğine sömürme niyetinde olduğu kanıtlanacak.

Gelelim telif hakkına:

Öncelikle, yazar ve mirasçıları 100’er veya daha fazla yıl yaşayabileceği için, makul bir barajı aşmış bir yazarın kendisinin ve ailesinin müreffeh bir yaşam sürebileceği kesindir ama bu ayıp bir şey değildir.

Buradaki kriter şu olabilir:

Bir menkul veya gayrımenkul değer, sonsuza kadar miras bırakılabiliyorsa, aslında telif (yani menkul) değer de sonsuz kadar telif miras bırakılabilmeli.

Asıl manevi açıdan şu önemli: Ülkesinde zulüm görüp, eserlerinin ülkesinde yayınını yasaklayan (örneğin Thomas Bernhard gibi) bir yazarın vasiyeti, bence sonsuza kadar geçerli olmalıdır. (Burada Osmanlı’dan Türkiye’ye geçiş de hesaba katılıyor, tarihsel / ülkesel miras olarak).

Patentlerde patent vadesi genelde 20 yıl ama zaten teknolojik bir ürünün pazar vadesi o kadar bile değil. Burada önemli olan sorun, tek tek bireysel mucitlerin icatlarının patentini alamayacak parasızlıkta ve hukuksal bilgisizlikte olmalarında ve şirketlerin keneliğinde. Bugün Edison’un sayılan birçok buluşu kendisi intihal etmiştir. Gasp etmiştir de denebilir (özellikle Tesla vakasında).

Bir de teknoloinin izin verdiği ama göz önüne alınmayan yeni bir durum var:

Bir yazar kendini derin uykuya veya komaya aldırabilir ve ölü sayılmaz. Zaten böylelikle isteyen yazar (eğer yeterince telif alacaksa) yüzlerce yıl boyunca telif alabilir.

Gelelim en dert konuya:

Şirketlere.

Kültür bürokrasisi ve kabzımalları, dağıtım tekeline sahip oldukları içn, üretimi kendilerinin yönettiğini sanırlar. Bu epistemolojik faşist bir tavırdır. İstedikleri yazarı eser yayını açısından yaşarken gömme hakkını kendilerinde görürler.

İşin yatırımı birim satış ederinin % 10’u iken, şirketlerin % 90, telif sahibinin % 10 alması ticaret ahlaklarının ve ahlaksızlıklarının hiçbirine sığdırılamaz.

Şirketlerin bahanesi şudur:

Yayınladığımız film de olsa, kitap da olsa, % 99’u pratikte zarar etmektedir.

Bizim yanıtımız da şudur.

E, o zaman bat. Bu işi bilmiyorsun demektir o zaman.

Şimdi genel sorunsal şu:

İnsanların boş zaman harcamaları diğer harcamalarının toplamını yakalamaya başladı. Diğer bir deyişle, asıl toplam dünya kültürel harcama cirosu 1 trilyon doları çoktan geçti ve şirketler buna çok geç aydı. Şimdi yalnızca son treni yakalamaya debeleniyorlar.

Benim bu konudaki kişisel eylem tercihim şu:

Yalnızca benim telif veya derleme olarak üretebileceğim bazı kültürel ürünleri yok ettim. Yalnızca bir zamanlar bende olduklarına ilişkin kanıt ve kayıt bıraktım.

Bu konudaki kişisel seçimimin adı budur:

Oto-anarşist tavır.

Ya hediye ederim, ya da yok ederim (bakınız ‘Mülksüzler’ ve Shevek).

Dipnot: Yaşamımın telif eser üretebildiğim son 25 yılını başkalarının telif eserlerini satarak geçirdim. Kendi eserlerimden ise telif kazanamadım.

(4 Mayıs 2012)

Telif Kriterleri 1


Başlangıçsal / birinci örnekle konuya girelim:

ABD’de bir kitap, örnek bedelinin 5-10 katı fiyatla bir kütüphaneye satılır (idi).

Oysa, ABD’de de, TC’de, 1 kütüphanede 1 kitap yılda ortalama yalnızca 1 kez okunur (kaynak: çeşitli almanaklar). (Bu sayının vehametini geçiyoruz.) Yani, bir kitabın 5-10 yıllık tirajı o kitaba yansıtılmış (ve 1 kitapla 10 kitaplık satış tahsil edilmiş) olur. (Bu rayiç, Türkiye’de bir kitap için ortalama 3 yılda 1 tiraj devridir.)

1 e-kitap bir biçimde 1 matbu kitabın yarısına fiyat bulmaya başladı, bu rasgele bir oluşum, gelecekte denge değişebilir.

1 tek e-parça ise (son) yıllarca, ortalama 1 dolardan fiyat buldu ama 1 albümde ortalama 10 parça var ve 1 albümün fiyatı her yerde 10 dolardan çok ama hiç kimse albümün tamamını dinlemiyor gibi, 1 kriterden mantıksal indirgeme yapılmış gibi.

(Her 2’si de kültürel ve donanımsal israfı azalttı ama bu da ayrı bir konu.)

Ara şerh: Eskiden benzeri örnek olarak, fotokopi vardı ve kriterler biraz daha yumuşaktı, çünkü kopyalama o denli kitlesel bir olgu değildi.

İkinci örnek:

E-kitaplar matbu kitapların ortalama yarı fiyatına satılıyor. Matbu kitapların yarı ederi zaten toptan / büyük dağıtımcıya gider ve o da son 10 yıldır genelde fuarlar ve internet satışları ile devreden çıkarılmış durumda. Dolayısıyla bir yayınevi, üzerinde hiçbir beden ve zihin emeği olmayan bir e-telif eserden, yine de % 90 alabilmekte. İşte bu, silahsız soygun sınıfından bir olgudur.

Üçüncü örnek:

Dünya korsan kültürel pazarının legalinin % 100’ü olduğunu 8hatta geçtiğini) biliyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey daha var: O korsan ürünleri alanlar, olağan kültürel ürünleri alan sosyo-kültürel gruptan değiller. Genelde hiçbir kültürel ürün kütektmeyip, yalnızca kültürel ürün küketiyorlar Bu da ortaya acaip eğlenceli bir durum ortaya çıkarıyor: Yıllarca sıfır satan matbu kitaplar, bir anda korsanda çok-satar oluveriyor. Dikkatinizi çekerim, burada reklam yok, yalnızca toplu bilisizlik var. (Bu bilgiler 25 yıllık seyyar kitapçılık yaşamımdan doğrudan gözlemler.)

Kısa bir ara toparlama:

Yeni teknolojik eğilimlerin kültürel ürünlerdeki tüketim eğilimlerini etkilediği açık ama sanılan yönde değil.

Kültür üreticisi her durumda zararda. Zengin yayıncı ve korsancı çok ama zengin yazar hemen hiç yok, olanlar hakkında da yazacaklarımı sansürlüyorum. 2011 trendleri için bakınız:


İkinci el ve korsan kitapta bu sıralamalar geçersiz. Şu an itibarıyla eminim bundan.

Demek ki telif haklarının vadesini ve ormatını belirlerken, beyin emeğinin mülkiyet karşılığını tartacağız:

Benim ironik bir karşılaştırmam vardır:

En zekiler, en bilgililer, en çok kitap alanlar, en akademisyenler, en çok yazanlar, en marjinaller diye. İlginçtir ama arakesit pratikte hep sıfırdır.

Uzun vadede ise bildiğimiz tarihi en çok etkileyen kitaplar listesi var ve hiçbiri roman değil ve zamanında hiçbir çok-satar olmamış. Şimdi onlardan çok para kazanan bazı yayıncılar var.

Yani, insanlığa mal olmak ve ona epey şey katmak bile yaratıcısını aç olmaktan korumamış.

Sosyalist toplumda bunu yazar baştan ödüllendirerek çözmüşlerdi. 1970’lerde kapitalist Hollanda’da ve o ülkelerde görüldü ki yine beleşçiler gerçek yaratıcıların ekmeğini pasta diye lüpletmiş.

Gelelim birinci tekil kişi kipine:

Tarihin en çok kurmaca-dışı eser vermiş kişisi olmaya ve en uzun vadeli telif düşünceler üretmişliğe doğru yol alıyorum.

Bugüne dek 150’nin üzerinde matbu, 3.000’nin üzerinde e-makalem yayınlandı ve 4 matbu kitabım mevcut. Yalnızca 1 ve yalnızca 1 kez telif ödemesi aldım. Metinlerim bugün internette intihal ediliyor ve müdahalelerim sonuç vermiyor ama sevgili polis devletine henüz başvurmuyorum.

İnternette bugün yılda 1 milyon okurum var ve olağan koşullarda e-makalenin ederi 1 dolar. Bana parça başına yalnızca 10 sent ödense, zengin olurum ama böyle bir şey olmayacak. Bu durumu kabullenmemin tek nedeni, intihar etme yetimin olmayışı.

Geçici çıkış maddesi:

O nedenle diyorum ki telif kriterlerini yalnızca ve yalnızca üreticiler koyma hakkına sahiptir, aracılar ve tüketiciler değil.

Eğer işin içine hukuk insanları girecekse, bunlar kültür piyasasında en az 20 yıl geçirmiş kişiler olmalıdır.

Bir de her zamanki gibi arabulucular gerekecek. Onların uzmanlık dalı, yalnızca uzlaşma koşulları yaratmak olacak.

Asgari müşterek budur bence.

(3 Mayıs 2012)

Slaktivizm


Bu gavurların terim icadına bayılıyorum, cukkadanak oturtuyorlar. Bu yeni terim de öyle.


‘Slacker’ İngilizce’de ‘kaytarıcı, tembel, uyuşuk, miskin’ demekmiş. Ancak burada ‘kendi çıkarını düşünen’ anlamında kullanılıyor.

Malumunuz insanlar iyilik yapar ama başkaları için değil de, kendileri için. Buna ‘öz-doyum’ denmiş ama ‘ego masturbasyonu’ demek gerek.

Bunlar işin dilbilimsel etimolojisi.

Gelelim konumuzun özüne:

İnsanlar bir eylem (aktivite) yaptıklarında bir şeyleri değiştirmek istiyormuş görünür ama küçük burjuvalar aslında yaşamlarının tam da olduğu gibi sürmesini isterler. (Aslına bakılırsa, tamama yakın standart biyografi normları öyle ister.) Dolayısıyla yapılan yalnızca zevahiri kurtarma çabasıdır.

Bu, eskiden apartmanda kapıcının çocuğuna ‘uysa da kodum, uymasa da kodum’ üzere, kendi eskilerini vermek biçiminde yaşandı.

Şimdiki mitingler de öyle (aslına bakılırsa tamama yakın mitignler öyleydi): Bakıyorsunuz, bir mitingde 1 milyon kişi toplanmış. Bakıyorsunuz, tarihte hiçbir değişim yok.

Gerçek şudur:

Nüfusun binde biriyle (bizde 70.000 kişiyle) devrim de yaparsınız, reform da...

İşin tarihine bakarsanız, bu sonuçsuz eylemli slaktivizm modası, bence Yeşiller ile başladı. 30 yıldır AB meclislerindeler, herhangi bir işe yaradıkları vaki olmadı henüz.

Küçük burjuva alt-sınıfının psödo-münevver kesimi, elinde tuzlukla hıyarı olana koşturur durur.

Bu sıralarda yapılan en büyük hata, tüm farklılıkları, yani tüm marjinallikleri aynı sepete koyma yanlışıdır. Yahu, o marjinaller birbirini aynı sepete koymuyor ki siz normaller olarak böyle bir halt yiyesiniz.

Sonuç ne?:

Körlerle sağırlar birbirini ağırlar, durumu.

Yeni moda slaktivizm AB Korsan Parti’leri... % 10 oy sınırını zorlamaya başladılar. Bu arada Yeşiller hala % 15 oy alıyor durumda. Yani Yeşiller, birilerini kesmemeye başlamış artık.

Bu durumu Facebook için yapılan son saptama açıklıyor:

“Cauwels, ‘Facebook yeni nesil için sıkıcı olmaya başladı. Artık anne-babaların kullandığı bir siteye dönüşüyor’ dedi.”


Yeni nesil, yeni seçim, hızlı tüketim. Teknoloji oyuncaklarının maksimum ömrü 5 yıl. İnternet ise 6. kuşağı da çoluk çocuğa karıştırdı, yani normalleştirdi bile...

Gelelim anarşizme, marjinalizme, anormalizme, devrime...

Bunu aktivistler de yapamadı, slaktivistler de yapamayacak.

Nasreddin Hoca, kızını testiyi kırmadan dövüyor.

(8 Mayıs 2012)